Kayıtlar

Haziran, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kürt'ün anası, Kürt'ün devleti

Resim
“Eeeey Diyarbakır” diye başlamıştı. “Eeeey Diyarbakır, kardeşlik şehri…” Açılıma kendisi inandı mı hiç bilinmez, fakat kamuoyunun güçlü biçimde inandığı, umutlandığı günlerdi. Şivan Perwe r’in geldiği gün. 16 Kasım 2013’te. Mesut Barzani ’nin kürsüye çıkıp Kürtçe konuştuğu gün. Tayyip Erdoğan o gün “Kürdistan” da diyecekti.  “Patlayın da çatlayın” dercesine, bile bile. Peşinden gelen eleştirilere de hiç pabuç bırakmayacak, Mustafa Kemal’le ve “tarih bilgisi”yle cevap verecekti; işte 19 Kasım 2013’te söyledikleri: “MHP ve CHP milletvekilleri gitsinler ilk meclis zabıtlarını okusunlar. Bugün karşı çıktıklarını orda görecekler. Kürdistan kelimesini o meclis zabıtlarında görecekler. Anasırı İslam kavramını o zabıtlarda görecekler. Biraz daha geriye Osmanlıya gittiklerine doğu ve güneydoğunun Kürdistan eyaleti olduğunu görecekler.” Sürece hiç inandı mı? Tayyip Erdoğan , tekrar edelim, çözüm sürecine hiç inandı mı, inanmadı mı bilinmez, fakat sürecin arkasında bu kadar güçlü durduğu

Ona masa demezler

Resim
I Büyük. Masa büyük. Masa çok büyük.  Etrafında 29 kişi var. Çok mu? Pek değil. Birçok “resmi” yemek sofrası çok daha fazla kişiyle kuruluyor. Birçok davet daha çok kişiyle oluyor. Sorun çoklukta değil. Büyüklükte. Oturulan yerin büyüklüğünde.  Büyük bir masa. Masa mı? Masa mı bu sahiden? Bir daire. Çemberinde bir heyet. Herkes birbirini görsün, herkes birbirini dinlesin, herkes birbirine baksın için. Bu büyük mesafe, herkesin birbirine bakmasını sağlasa da birbirini “görme”sini sağlar mı, kuşkulu. Fakat davet sahibi, herkesin birbirine bakmasını istiyor. Ki böyle kurmuş sofrayı. Sofra mı? Yemek yendiğine göre sofra, oturulduğuna göre masa, ama sahiden öyle mi? Herkes birbirini gördüğüne göre, sofradan/masadan azami iletişim murad edilmiş. Sofrayı kuran, masa sahibi, herkesin birbirine bakmasını istemiş, birbirini görmese de; en azından kendisi herkese bakmak istemiş, bu kesin ve kendisinin aynı anda görülmesini istemiş. Bu da kesin. Masanın büyüklüğünü öncede

Bir siyasal imkân olarak Kürt düşmanlığı

Resim
Gün boyu konuşulan manşeti gördüm nihayet. Savaşan şahinler, yenilgiyi kabul etmek istemiyor,  kopmuş geliyor. Her yerden, her yoldan hesap sorma peşinde Kürtlere...  Ah şu “Ankara’daki askeri kaynaklar”, hiç değişmeyen güzel abiler. Çok değil 20 yıl kadar önce, hani   28 Şubat günlerinde, hem biraz öncesinde ve hem biraz sonrasında kendi kendine kaynayıp duran, ortalığı, memleketi kaynatıp duran şu kaynaklar. O zamanlar, “cami ile kışla arasında çatışma” filan gibi zevzeklikler de çok modaydı. Camideki kışlayı, kışladaki camiyi görmeyenler de bu ikilik etrafında laflar dururdu. Gün oldu, devran döndü, camiciler kışlacı, kışlacılar camici oldu. O oldu, bu oldu ama bir şey değişmedi: Askeri kaynaklar hala “Kürt meselesi” mesele olunca ne güzel kaynak, ne ulu kaynak, ne tatlı kaynak. Bu tatlı sudan Sabah gazetesi de bugün (19 Haziran 2015) bol bol içirmiş herkese. “Askeri kaynak” damacanasından kirli suyu içirmeye karar verince, artık sudaki kirlerin hesabı tutulmaz

Demirel'e dair notlar

Resim
Süleyman Demirel, Türk "sağı"nın Gogol paltosudur. Yok, şapkasıdır. Sağ siyasi figürleri Demirel’siz anlamak imkânsız değilse de çok zordur. Adnan Menderes dahil. Bugün sağ siyasal sahnedeki söylemlerin geçer akçesi olarak ‘Adnan Menderes’ banknotunun üstünde, tarihsel Menderes ya da Menderes gerçeği değil, Süleyman Demirel imzalı Menderes söylenceleri yatar. Celal Bayar’ın 1960 darbesi sonrası ‘yaşayan türbe’ olarak gördüğü fonksiyon da bir Demirel inşasıdır. Su mühendisi demirel, sağ siyasal figürlerin, şişelerin ve içlerindeki suyun da mühendisidir. TC tarihinde etkili olan Abdülhamitçi fantaziler, Demirel’in yürüdüğü ipin altındaki ağdır. Türkiye’deki sol düşmanlığı ve sağ olmayan her yaklaşımın ‘komünizm’ olarak adlandırılması yine bir Demirelci icattır.

Vahim hesaplar

Eruh’tan gelen haberle içim cız etti. Korktum. Korkmuyor mu kimse? Herkes memnun, razı mı? Ben korkuyorum. “Operasyon” lafını duyduğum anda… ve nasıl korkulmuyor, anlamıyorum. Korkmayan görünce sorasım geliyor: Yoksa, yoksa bu durum sizin istediğiniz durum mu? Bu itiraf tekrar etmez Seçimden bir süre önce iktidar, “Kürt meselesi”nin kritik bir tarih dönemini ifade eden “çözüm süreci”ni dondurma kararı aldı. Bu bir baltalamaydı. Açıkça, açıktan. Şimdi bazı iktidar üyeleri, “Hata yaptık. Çözüm sürecini sürdürmeliydik” filan diyor ya kısa süre sonra bu lafları duymayabiliriz. Beşir Atalay, “baltalama”nın hükümetten geldiğini taze taze ve tane tane anlattı. Son itiraf olabilir. Çünkü, baltalama kararı alınırken yapılan hesap, “Ben bu yola baş koydum. Zehir içerim” filan ağızlarını tarihe altın harflerle yalan diye yazacak kadar hatalı, vahim bir hesap idi. Çünkü hesap idi. Vahamet kendisini daha iyi gösterince, kimse bu itirafı tekrar etmeye cesaret edemez kolayından. Fikir sa

Açın O Sınırı

Resim
Kadınlar acıyı taşıyor. Çocukları. Acı çocuklardır. Çocuk acıyı biliyor. Çocuk acıyla büyüyor. Çocuk acının sınırını biliyor. Çocuk sınırı biliyor. Savaştan kaçanı, ölümden kaçanı sınırda bekletmek suçtur. Bilmiyor mu sınırı açmayan? İyi biliyor: Daha bir hafta önceye kadar, daha seçim gününden önceye kadar, “O kadar Suriyeliyi niye aldın” diye dövülen iktidar, “Siz muhacir, ensar nedir ne bilirsiniz” diye büyüklenen iktidar, niye almıyor bu yeni gelenleri? Niye işliyor bu işlenmemesi gerektiğini bildiği suçu? Ensarlık vasfı seçimde oy alamayınca düştü mü? Muhacir kontenjanı mı daraldı? Yoksa sınırın öte tarafında başka bir şeyler mi var? Hani şu “Kürt” adıyla bağlantılı alerjiler mi verdiriyor bu kararı? Yoksa, yoksa, ikinci fotoğraftaki gülen adamlarla, kapıyı açmayanlar arasında bir bağ mı var? Nasıl bu kadar göstere göstere bir suç işleniyor? "Bu suçu işleyebilecek kadar kudretliyiz" demenin bir getirisi olmalı kendilerine.... Çocuk sınırın yarattığı acıyı biliy

HDP'nin başarısı emanet değil

Seçimlerde HDP'nin elde ettiği sonuçlar, bir türlü sindirilemiyormuş gibi geliyor bana.  Biz HDP dostları açısından sevinci sindirememek gibi bir yanı bile olabilir bunun :) Elbette seçmen davranışlarını anlamak ve başarıya giden özellikleri saptamak amaçlı bakış, görüş, düşünüşlerin kıymeti inkar edilemez. Fakat bütün oyların emanet, bütün başarının konjonktürel olduğu iddiasıyla sık sık ve olur olmaz her yerde karşılaşmak tuhaf. Aşağıdaki yazı, Agos'taki dostların talebi üzerine, "başarının nedenleri"ne yönelik kısa, çok kısa bir giriş denemesi gibiydi. Konuya devam etmek istiyorum. Cinsiyet sorunu ve Kürt meselesi başta olmak üzere, çok ciddi "açılımlar"ın toplum tarafından ciddiye alındığı kanaatindeyim. Şimdilik, bu giriş imkanını verdiği için Agos'a teşekkürlerimle... 

Kürtleri Kurtaran Adam

Resim
Önnotlar: Bu yazılar yüzdeon.org için yazıldıydı. Bu seçimlere özgü bir denemeydi. HDP'nin baraja karşı mücadelesinde gönüllü bir beş haftalık yayın macerası. Tuğrul Eryılmaz ve Nazan Özcan çağırınca gittik, tamam dedik ve işte yazdık. Şimdi de ikisine ve Elif'lere, Ece'ye ve işte bu işte tuzu olan herkese teşekkür ederim. Baraj aşıldı. Taştı neredeyse. Şimdi, barajı aşmaktan daha kolay olmayan bir dönem, dönemeç var. Daha çok düşünmek, daha çok çalışmak gerektiren. Fakat barajın yıkılması, bir korku, bir kaygı eşiğinin de aşılmasını sağladı, umut lehine, umut ilkesi lehine: Ne yapsak olmuyor ruhiyatından çalışınca bal gibi oluyor gayretine geçmek, yüz baraj yıkmaya bedel. İyi günler olmayacak. Anlaşılıyor. Seçimden önce, baraja doğru yürüyüşü kesmeye yönelik tuhaf, karanlık, kara ve kanlı tezgahlar seçimden sonra işleri daha da karıştırmak, cezalandırmak, eski umutsuz günlere geri gidişi sağlamak, gücün sahibinin kim olduğunu göstermek... amaçlarıyla yürütülüyor. Kork

Pax Erdoğana ve Nurettin Demirtaş

Resim
Selahattin Demirtaş’a sürekli kardeşini sormaktaki maksat nedir? Dağda insanlar olduğunu Mehmet Ağar da mı söylemedi size? Yoksa düz ovadaki kardeşin de dağa çıkmasını mı istiyorsunuz? Kardeşlik zor mesele. Hem iki biyolojik kardeş ilişkisi zor mesele, hem de dinsel, siyasal, kültürel alanlarda metaforik kardeşlik meselesi zor mesele. Kardeşliği, barışla birlikte kullanmak, 13 yıllık mevcut iktidarın sevdiği bir şey. Bir tür siyasal tik neredeyse. Türk-Kürt kardeşliği diye bir söylem motifimiz var. "Barış Süreci" ya da "son Kürt açılımı"nın bir adı da, "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi"dir. Güncel bir "kardeşlik" tartışması var, iktidar partisi ile HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş arasında. Selahattin Demirtaş'ın kardeşini soruyorlar. Çok sık soruyorlar. İktidar medyası temaya bayılıyor. En son Yalçın Akdoğan sordu, medya da üstünü getirdi. "Senin bir kardeşin var. Ne iş yapıyor? Mesleği ne?"

Üç Tarz-ı Siyaset

Resim
Kötü adamların karikatürize edildiği bir kara komedi değil, bildik günlük hayatımız. Bu kin siyasetine cevap verirken insanın kinlenmemesi, sinirlenmemesi mümkünmüş... Havada bahar neşesi. Tuz Gölü’nün üstünde kızıl bir hale var. Kıyılar bembeyaz. Tuz. Çölle suyun boğuştuğu yerlerden geçiyoruz. Bahar imdada yetişmiş. Toprak neşelenmiş. Haymana’ya doğru gidiyoruz. Konya’nın, Aksaray’ın ve Ankara’nın sınırlarında geziyoruz. İl merkezleri, AK Parti, CHP, MHP bayraklarıyla donanmış. Haymana’ya doğru gittikçe, köylerde farklı renkler öne çıkıyor. Şaşırtıcı. HDP bayrakları. Sarı kırmızı yeşil süsleriyle otomobiller, minibüsler, otobüsler çoğalıyor. Orta Anadolu’daki Kürt köylerinden geçiyoruz. Bir bahar şenliğine gidiyoruz. Haymana Hıdırellezi. İkinci Newroz. HDP’nin bölgedeki en büyük mitingi niteliğinde biraz da.

Ticaretten siyasete giden gelin: Ali Babacan

Resim
Az konuşuyor. Hep tedirgin gibi. Sözlüdeki öğrenci sanabilirsiniz, az dalsanız. Siyasal bir hanenin efendi, vazifeşinas, saygılı küçük oğlu rolünde. Tedirginliği kontrollü ama. Güvensiz değil de kelimeleri tartar gibi. Kelimelerin kullanım değerini de mübadele değerini de iyi bilir. Dahası, arzu değerini bilir. O yüzden fazla harcamaz. Boşa harcamaz. Cebinde iki cüzdanla geziyor. Aile geleneğiymiş. Biri giderse, biri kalır. Siyasal sahnede de ikili bir yanı var: Hem AK Parti hükümetlerinin hepsinin vazgeçilmezi, hem “iş dünyası”nın en güvendiği isim. Hem dünya sermayelerinin, denildiğine göre.