Kayıtlar

Şubat, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Erdoğan'sız Türkiye

Yerel seçime gidiyoruz. Erdoğan gitsin diyen muhalefetin yerle, yerelle, seçimle ilgili politikalarını pek göremiyoruz. Bu kavga başlarken, 17 Aralık günlerinde Gülen cemaati-hükümet tartışmalarında bir laf geziyordu ortada, şöyle diyordu taraflar: Fitne var! Fitne yani yüksek ateş. Araplar kadim zamanda metalleri topraktan ayırma işlemine ve işlemi yapmak için kurulan ateşe bu ismi vermişler: Fitne. Ülkede fitne var lafında iki taraf da anlaşıyordu. Ülkede fitne varsa, ateş yüksek demektir. Hepimiz de o ateşteyiz demektir. Fitne ateşi, kaset kavgalarıyla sürüyor. Formül basit: Yok kaset, yap kaset. Cevap da basit: Yok kanun, yap kanun. Derinlikli, karmaşık, büyük bir toplum değil de siyasetle ilgisiz, yüzeysel ve zayıf, küçük bir toplumda üç beş saraylı entrikalar çevirir gibi.

Cumhurbaşkanı, kendini ve Meclis’i feshetti!

Cumhurbaşkanı,  önüne gelmiş bir yasa için  “hükümetle müzakere” edemez.  Zaten yasaları “hükümet” yapmaz.  Cumhurbaşkanı,  “hukuken sakıncalı” gördüğü  bir yasayı onaylayamaz.  Yanlış bir kanun, yanlış bir kanunla düzelmez.

İnsan bazen gerçekten hayret ediyor!

Hayret etme yeteneğini kaybetmemek gerekir. “İnsan bazen gerçekten hayret ediyor” sözü, sahibi sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bazen gerçekten hayret ettiriyor. Elbette, bir siyasal hareketin kurucu ve sürdürücü aktörü olarak kendisinden hükümetle dalaşmasını beklemek gerçekten hayret verici olur. Kendisine “noter” denilmesi de Köşk sakinlerine Kenan Evren sonrası dönemden kalma bir alışkanlığın güncellenmesinden başka fazla anlam ifade etmez. Her şeye “Hayır” diyen Ahmet Necdet Sezer’in ardından her şeye “Evet” diyen Abdullah Gül’ü görmek de fazla şaşırtıcı değil. Fakat son meselede her şey hayli ilginç bir hal aldı. Bir yandan işte “Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan’ın rakibi”, “Yok yok Kremlin usulü tandem yapacaklar”, “Yani aslında becayiş işte bir tür” hazır cümleleriyle analizler yapılırken, Gül-Erdoğan çekişmesi söylentisinden ciddi bir yan bulanlar da hiç az değil. Belki doğru belki değil o çekişme, önemli değil. İlginç hal alan şu: Yeni bir “kamu diplomasisi” türü

Elin Hafızası

Sırttaki Ağırlık

Hileli adım demokrasi yürüyüşü

Son paketin her adımında  17 Aralık telaşı görülüyor.  Tutuklamaya kuvvetli gerekçe getirilmesi,  ÖYM’lerin kalkması  şeklen doğru hamleler.  Ama TMK duruyorken  çıkacak sonuç tektir:  Tüm mahkemeler  DGM mikrobuyla enfekte olacak.

Mapus damından bir mektup

Yargıdaki krizin mağdurları  hükümet değil,  hükümetin nezaret ve  sorumluluğunda  hapsedilenlerdir.  Söz, 19 yıldır  yargılanan  mapus İlhan Çomak’ın.

Yargısız infaz ve infazsız yargı

Umut Oran vakası, internet yasa tasarısıyla kurulmak istenen düzenin bir erken uygulamasıdır sadece. İfade özgürlüğünün yargısız infazıdır. Ali İsmail Korkmaz davası da infazcıların cezasız bırakılma davası. Devlete hükmeden güç, hükümet, istediğine istediği cezayı verdiği zaman bir hüküm vardır ama “yargı” yoktur. “Yargı”, hakim gücün arzusuna göre değil, ilan edilmiş ve onaylanmış yasalara göre, usul ve esas normlarına uyarak “maddi gerçek” dediğimiz şeye yönelik bir araştırmadan, muhakemeden sonra verilen kararla oluşur. Böyle süreçler olmadan uygulanan “ceza”lara, acılı bir deneyimler tarihinden sonra “yargısız infaz” adını bulduk. Bir de yaslara, usul ve esas normlarına göre “suç” olmasına rağmen verilmeyen cezalar var, ya hiç dava açmamak yoluyla ya davaları eksik gedik, usulsüz yürütme yoluyla, delil saklama yoluyla ya da olası cezayı uygulamama yoluyla verilmeyen cezalar. Cezasızlık hali. Bu da “infazsız yargı”dır. Güya bir “izahat” Türkiye’de “şekli” açıdan

Damaskios Meseli