Kayıtlar

Haziran, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hedefimiz karakolsuz barış değil mi?

Lice’den kara haberler geliyor. Eyvah ki ne eyvah. * * *  Kürt’ü şöyle ya da böyle ama muhakkak yok etmek isteyenler dışında, kim barış sürecini nefesini tutarak, yutkunarak, inancına, meşrebine göre dilekler, dualar, niyazlarla izlemiyor ki? En eleştirel bakanlar bile, içten içe derin bir umutla hop oturup hop kalkmıyor mu, aman bir kaza çıkmasın, aman ecinniler işe karışmasın diye? Türkiye’nin, Kürdistan’ın yaşamın altın çağındaki fidanlarının toprağa düştüğü, o toprağın üstündeki insanın, ahlakın ve cümle mahlukatın çürümeye zorlandığı yıkıcı bir savaştan, bir mümkün barışa doğru yol alırken başka nasıl davranılabilir?

Sanığın Yabancılığı

Yavuz Sultan Selim ve Sabiha Gökçen adları hakkında suç duyurusu

Toplumun bir kesiminin aklında,  ruhunda ve bedeninde  yara açan isimlerin  kamusal yapılara verilmesi,  yarayı açan  hareketi tekrar etmektir.   Yavuz Sultan Selim  ve Sabiha Gökçen  isimlerinin kamusal yapılara verilmesi,  ilişkili oldukları şiddeti  sembolik planda tekrar etmek demektir. Kamu hizmeti değil, kamu hezimetidir.

Rejimin terminatörü olarak belediye zabıtası

İzmir ve İstanbul’da da mide bulandıran zorbalıkların faili polisler açığa alınmış. İzmir’de sahil kıyısında gençleri coplayıp, birinin saçını çeken polis ile İstanbul’da dakikalarca bir yurttaşa şiddet uygulayan bir polis. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "4 zabıta memuru açığa alındı, taşeron 3 zabıta memurunun iş akdi feshedildi" diyor. Bunlar, Gezi Parkı’nda çadırları yakanlar imiş. Alayıvala ile açıklıyor yetkililer. “Bakın ne kadar adiliz, hukuk dışı iş yapanları hemen soruşturuyor, hemen açığa alıyoruz” gibilerinden. Böylece hükümet, “orantısız güç kullanımı” konusundaki şikayetlere ilişkin hassasiyetini örneklemiş olup, eylemlere ve eylemcilere yönelik söylem, fiil ve işlemlerini haklılaştırmayı umuyor.

Eytişme

Direnişte bir kedi

Bir kafe bar. Gazla iki gözü iki çeşme olanların buluşup birbirine baktığı bir mekan. Birbirinin yüzüne, gözüne, yaralarına.  Arada, göze fazla görünmeyen bir mağdur. Gözyaşları dindikten, çayını, kahvesini, birasını, neyse artık meşrebi, tercihi, alıp önüne koyduktan sonra oturanlardan birinin fark ettiği bir mağdur. İnce, sevecen, kaygılı bir ses, “Canım”, çığlık gibi az, bir kötülüğü yeni fark etmiş bir çığlık. Orada, köşe yerde bir sandalyenin üstünde yumuk yumuk, az akmış gözleriyle, tüyleri diken diken. Bir kedi. Huysuz iyice, oysa alışık ele, kucağa. Gözlerinden anlaşılıyor mesele. Gaz gözlerini, asabını bozmuş besbelli. Dışarısı içeriden beter, gidecek yeri yok. Zaten burada büyümüş, fazla bir yeri bildiği de yok. O solüsyonlardan birini denesek? Deniyor da keşfin sahibi el. Fakat, sevmiyor. Suyu sevmiyor. Kedi bu. Fırlayıp kaçıyor, bir başka sandalyenin altına. Sonra bir başka gazdan kaçan grup giriyor içeri, herkes birbirine derman olmaya dönüyor yeniden

Karar

Polis yoktu ki orantısı olsun!

Gezi eylemlerinde  bir daha gördük ki polis,  polislikten çok 'savaş gücü' gibi kullanılıyor. "Aşırı uçlar. Yasadışı örgütler. Gizli çeteler. Marjinal gruplar. Dış ajanlar. Vandallar. Yakıp yıkma peşinde olanlar. Darbeciler. Ergenekoncular…”  Ne çok şeytan çağrılıyor Gezi eylemlerine polisiye-adli-siyasi cevapları haklı çıkarmak için. Tanıdık şeytanlar. Siyasetin ortaçağından. Peşinden suçlar sıralanıyor: “Kamu malını tahrip, esnafa zarar verme, vatandaşın malına zarar…” Rakamlar eşliğinde. Arada, “Gaz, evet, orantısız” formülü etrafında sözde itiraf, yarım ağız özür duyuldu. Yarım ağız, çünkü özür “özür diliyorum” demekle dilenmiş olmuyor. “Orantısızlık” itirafı, can kayıplarının, sakatlanmış, incitilmiş yurttaşların haklarını öne almaya yetmez. Temeldeki hukuksuzluğu gideremez.

Taksim'in başını da duman kaplamış

Ortalık toz duman.  Neyin tozu, dumanı bu?  İktidar için cennet sayılacak  bir toplum kurma arzusunun  toz dumanı.  Toplumsal cehennemler çünkü,  cennet yaratma  faaliyetinin bildik sonucudur.